AŞK (ELİF ŞAFAK)
Beri gel, daha beri, daha beri,
Bu hır gür, bu savaş nereye kadar?
Sen bensin, ben senim işte…
Topumuz bir tek inciyiz,
Başımız da tek, aklımız da tek.
(Mevlana)
Aşk... Günümüzde aşkı karşıt iki
cinsin yaşadığı tutkulu ilişki ya da birbirine duyduğu kalp çarpıntısı olarak
biliyoruz. Bir insanın dış görüntüsünü beğenmek, mantıksal sebeplerimizden
ötürü ondan hoşlanmak o kişiye âşık olduğumuzu düşünmemiz için yeterli bir
sebep oluyor artık. Ama geçmişte aşk bu kadar basit bir kelime değildi.
İnsanoğlunun yaşadığı her türlü duygu aşk ile ifade edilirdi: doğa aşkı,
karı-koca aşkı, Tanrı aşkı… Zaten Türk Dil Kurumu da aşkı “ bir insanın bir varlığa karşı hissettiği aşırı sevgi ve bağlılık
duygusu” olarak tanımlıyor.
Çocukken anneannem geceleri yatmadan
önce hep dua ettirirdi bana. Ellerimi açar gökyüzüne çevirirdim yüzümü.
Allah’ın yeryüzüne sığmayacağını, onun bizi gökten seyrettiğini
zannederdim. Yıllar sonra üniversite
öğrencisiyken bir gün bir arkadaşım bana Tolstoy’un bir kitabını hediye etti:
“Sevgi Neredeyse Tanrı Oradadır”. Tolstoy ne kadar da çarpıcı bir başlık seçmiş
diye düşündüm içimden. Ne demekti sevgi nerdeyse tanrı oradadır? Tanrı bize
dini kurallar vermişti ve onları uygulamamızı istemişti. "Haramdan uzak durun,
zekat verin, oruç tutun" demişti. Peki, çok dindar bir kişi olan Tolstoy nasıl
bu kadar basit ifade ederdi Tanrı’nın isteklerini? Aslında mantıklı düşününce
din kuralları bile birbirimize zarar vermememiz, bütün insan kardeşlerimize yardım etmemiz için
var. Haram ve helal kavramlarının ortaya çıkmasının temelinde bile insanoğlunun
mutluluğu var. Bütün hepsinin özünde ise sevgi var.
Epey
bir zamandır düşünüyorum da, hayatta bizi insan kılan en önemli değer
sevgimizdir aslında. Sevdiğimiz bir varlığa zarar verebilir miyiz hiç? Elbette ki hayır.
Çocukluğumdan hatırlıyorum, en sevdiğim bebeklerimi bile hep dolaba kilitlerdim
eve gelen çocuklar onlara zarar vermesin diye. Bu yüzden kanaatimce insan
olmanın ön şartı sevmektir.
İşte!
Elif Şafak’ın “Aşk” romanı da özünde
bu temayı işliyor. Mevlana ve Şems
arasındaki muhabbet gibi gözükse de kitabın konusu, bu muhabbet bütün evreni
kucaklıyor esasında. Hani Mevlana diyor ya “Ne olursan ol, yine gel”
diye. İşte, herhangi bir varlığa
koşullar ne olursa olsun kucak açabileceğimizi gösteriyor bize Rumi. Bir insan
bir varlığı severken, onu tanımaya çalışırken aslında kendini de tanımış
oluyor, kendi özünü de bulmuş oluyor. Belki de bir varlığı sevmek, onun dışında
kâinatta var olan her şeyi sevebilmek için bir bahane oluyor.
Her
hakiki aşk umulmadık dönüşümlere yol açar. Aşk bir milad demektir. Şayet
“aşktan önce” ve “aşktan sonra” aynı
insan olarak kalmışsak yeterince sevmemişiz demektir. Birini seviyorsan onun
için yapabileceğin en anlamlı şey değişmektir! O kadar çok değişmelisin ki sen
sen olmaktan çıkmalısın. (Şems)
Mevlana Celaleddin Rumi, Şems ile
başlıyor değişmeye. Hayatını refah içinde yaşayarak geçirmiş olana Mevlana,
Şems’i tanıdıktan sonra gururunu ayaklar altına almayı; toplumda ne kadar
ezilmiş, bir kenara itilmiş insan varsa onlara kucak açmayı öğreniyor. Şems’in
40 altın kuralıyla birlikte Rumi, yolunu kaybedenlere yönünü gösteren bir kutup
yıldız haline geliyor adeta.
Daha önce Elif Şafak’ın birkaç kitabını okumuştum. Açıkça
söylemek gerekirse okuduğum kitapların hiçbirinden zevk almamıştım. Fakat bu kitabı
elime aldığımda daha ellinci sayfaya gelmeden kitap beni içine çekti, elimden
bırakamaz oldum. Kendi içimdeki sevgiyi ve kendi yanlışlarımı sorgular hale
geldim. Yazarın kurgu gücüne, bu
kurgunun arasına serpiştirdiği kurallara hayran kaldım. Kitaptaki kuralların
birçoğunu da kendi yoluma bir ışık olarak kabul ettim. Kitaptaki bu 40 kuralı
herkes Mevlana’nın kuralları sanıyormuş. Aslında bu 40 kural Elif Şafak’ın
kendi bilgi birikimlerinden, okumalarından demledikleri. Ben yine de her birini
çok çok önemli gördüğüm için, üşenmedim hepsini kaydettim. Lakin içlerinden en
çok 32. kuralı sevdim. Çünkü hayatım boyunca kendime ilke edinmeye çalıştığım
bir düşünceyi çok güzel ifade etmiş Elif Şafak. Kitap tek kelimeyle harika. Herkese mutlaka
okumasını tavsiye ederim.
KIRK KURAL
Birinci kural: Yaradanı hangi kelimelerle tanımladığımız
kendimizi nasıl gördüğümüze ayna tutar.
Şayet Tanrı dendi mi önce korkulacak, utanılacak bir varlık geliyorsa
aklına, demek ki sen de korku ve utanç içindesin çoğunlukla. Yok, eğer tanrı
dendi mi evvela aşk, merhamet ve şefkat anlıyorsan, sende de bu vasıflardan
bolca mevcut demektir.
İkinci kural: Hak Yolu’nda ilerlemek yürek işidir, akıl işi
değil. Kılavuzun daima yüreğin olsun, omzun üstündeki kafan değil. Nefsini
bilenlerden ol, silenlerden değil!
Üçüncü kural: Kuran dört seviyede okunabilir. İlk seviye zahiri
manadır. Sonraki batıni mana. Üçüncü batıninin batınisidir. Dördüncü seviye o
kadar derindir ki kelimeler kifayetsiz kalır tarif etmeye.
Dördüncü kural: Kainattaki her zerrede Allah’ın sıfatlarını
bulabilirsin, çünkü O camide, mescitte, kilisede, havrada değil, her an her
yerdedir. Allah’ı görüp yaşayan olmadığı gibi, O’nu görüp ölen de yoktur. Kim
O’nu bulursa, sonsuza dek O’nda kalır.
Beşinci kural: Aklın kimyası ile aşkın kimyası başka başkadır.
Akıl temkinlidir. Korka korka atar adımlarını. “aman sakın kendini” diye
tembihler. Hâlbuki aşk öyle mi? Onun tek bildiği “Bırak kendini, ko gitsin!”
Akıl
kolay kolay yıkılmaz. Aşk ise kendini yıpratır, harap düşer. Hâlbuki hazineler
ve defineler yıkıntılar arasında olur. Ne varsa harap bir kalpte var!
Altıncı kural: Şu dünyadaki çatışma, önyargı ve husumetlerin çoğu
dilden kaynaklanır. Sen sen ol, kelimelere fazla takılma. Aşk diyarında dil
zaten hükmünü yitirir. Aşık dilsiz olur.
Yedinci kural: Şu hayatta tek başına inzivada kalarak, sadece
kendi sesinin yankısını duyarak, Hakikat’i keşfedemezsin. Kendini ancak bir
başka insanın aynasında tam olarak görebilirsin.
Sekizinci kural: Başına ne gelirse gelsin, karamsarlığa kapılma.
Bütün kapılar kapansa bile, sonunda O sana kimsenin bilmediği gizli bir patika
açar. Sen şu anda göremesen de, dar geçitler ardında nice cennet bahçeleri var.
Şükret! İstediğini elde edince şükretmek kolaydır. Sufi, dileği
gerçekleşmediğinde de şükredebilendir.
Dokuzuncu kural: Sabretmek öylece durup beklemek değil, ileri
görüşlü olmak demektir. Sabır nedir? Dikene bakıp gülü, geceye bakıp gündüzü
tahayyül edebilmektir. Allah âşıkları sabrı gülbeşeker gibi tatlı tatlı emer,
hazmeder. Ve bilirler ki, gökteki ayın hilalden dolunaya varması için zaman
gerekir.
Onuncu Kural: Ne yöne gidersen git, -Doğu, Batı, Kuzey ya da
Güney- çıktığın her yolculuğu içine doğru bir seyahat olarak düşün! Kendi içine
yolculuk eden kişi, sonunda arzı dolaşır.
On Birinci Kural: Ebe bilir ki sancı çekilmeden doğum olmaz, ana
rahminden bebeğe yol açılmaz. Senden yepyeni ve taptaze bir “sen” zuhur
edebilmesi için zorluklara, sancılara hazır olman gerekir.
On ikinci Kural: Aşk bir seferdir. Bu sefere çıkan her yolcu,
istese de istemese de tepeden tırnağa değişir. Bu yollara dalıp da değişmeyen
yoktur.
On Üçüncü Kural: Şu dünyada semadaki yıldızlardan daha fazla sayıda
sahte hacı hoca şeyh şıh var. Hakiki mürşit seni kendi içine bakmaya ve nefsini
aşıp güzellikleri bir bir keşfetmeye yönlendirir. Tutup da ona hayran olmaya
değil.
On Dördüncü Kural: Hakk’ın karşına çıkardığı değişimlere direnmek
yerine, teslim ol. Bırak hayat sana rağmen değil, seninle beraber aksın.
“Düzenim bozulur, hayatımın altı üstüne gelir” diye endişe etme. Nereden
biliyorsun hayatın altının üstünden daha iyi olmayacağını.
On Beşinci Kural: Allah, içte ve dışta her an hepimizi tamama
erdirmekle meşguldür. Tek tek her birimiz tamamlanmamış bir sanat eseriyiz.
Yaşadığımız her hadise, atlattığımız her badire eksiklerimizi gidermemiz için
tasarlanmıştır. Rab noksanlarımızla ayrı ayrı uğraşır çünkü beşeriyet denen
eser, kusursuzluğu hedefler.
On altıncı Kural: Kusursuzdur ya Allah, onu sevmek kolaydır. Zor olan
hatasıyla sevabıyla fani insanları sevmektir. Unutma ki kişi bir şeyi ancak
sevdiği ölçüde bilebilir. Demek ki hakikaten kucaklamadan ötekini, Yaradan’dan
ötürü yaratılanı sevmeden, ne layıkıyla bilebilir, ne layıkıyla sevebilirsin.
On Yedinci Kural: Esas kirlilik dışta değil içte, kisvede değil
kalpte olur. Onun dışında her leke ne kadar kötü görünürse görünsün, yıkandı mı
temizlenir, suyla arınır. Yıkanmakla çıkmayan tek pislik kalplerde yağ bağlamış
haset ve art niyettir.
On Sekizinci Kural: Tüm kâinat olanca katmanları ve karmaşasıyla
insanın içinde gizlenmiştir. Şeytan, dışımızda bizi ayartmayı bekleyen korkunç
bir mahlûk değil, bizzat içimizde bir sestir. Şeytanı kendinde ara; dışında,
başkalarında değil. Ve unutma ki nefsini bilen Rabbini bilir. Başkalarıyla
değil, sadece kendiyle uğraşan insan, sonunda mükâfat olarak Yaradan’ı tanır.
On Dokuzuncu Kural: Başkalarından saygı, ilgi ya da sevgi bekliyorsan,
önce sırasıyla kendine borçlusun bunları. Kendini sevmeyen birinin sevilmesi
mümkün değildir. Sen kendini sevdiğin halde dünya sana diken yolladı mı, sevin.
Yakında gül yollayacak demektir.
Yirminci Kural: Yolun ucunun nereye varacağını düşünmek beyhude bir
çabadan ibarettir. Sen sadece atacağın ilk adımı düşünmekle yükümlüsün. Gerisi
zaten kendiliğinden gelir.
Yirmi Birinci Kural: Hepimiz farklı sıfatlarla sıfatlandırıldık. Şayet Allah
herkesin tıpatıp aynı olmasını isteseydi, hiç şüphesiz öyle yapardı.
Farklılıklara saygı göstermemek, kendi doğrularını başkalarına dayatmaya
kalkmak, Hak’ın mukaddes nizamına saygısızlık etmektir.
Yirmi İkinci Kural: Hakiki Allah aşığı bir meyhaneye girdi mi orası ona
namazgâh olur. Ama bekri aynı namazgâha girdi mi orası ona meyhane olur. Şu
hayatta ne yaparsak yapalım, niyetimizdir farkı yaratan, suret ile yaftalar
değil.
Yirmi Üçüncü Kural: Yaşadığımız hayat elimize tutuşturulmuş rengârenk
ve emanet bir oyuncaktan ibaret. Kimisi oyuncağı o kadar ciddiye alır ki ağlar,
perişan olur onun için. Kimisi eline alır almaz şöyle bir kurcalar oyuncağı,
kırar ve atar. Ya aşırı kıymet verir, ya kıymet bilmeyiz.
Aşırılıklardan
uzak dur. Sufi ne ifrattadır ne tefritte. Sufi daima orta yerde.
Yirmi Dördüncü Kural: Madem ki insan Eşref-i mahlukattır, yani
varlıkların en şereflisi, attığı her adımda Allah’ın yeryüzündeki halifesi
olduğunu hatırlayarak, buna yakışır soylulukta hareket etmelidir. İnsan yoksul
düşse, iftiraya uğrasa, hapse girse, hatta esir olsa bile, gene de başı dik,
gözü pek, gönlü emin bir halife gibi davranmaktan vazgeçmemelidir.
Yirmi Beşinci Kural: Cenneti ve cehennemi illa ki gelecekte arama.
İkisi de şu an burada mevcut. Ne zaman birini çıkarsız, hesapsız ve pazarlıksız
sevmeyi başarsak, cennetteyiz aslında. Ne vakit birileriyle kavgaya tutuşsak;
nefrete, hasede ve kine bulaşsak, tepetaklak cehenneme düşüveririz.
Yirmi Altıncı Kural: Kainat, yekvücut, tek varlıktır. Herkes ve her şey
görünmez iplerle birbirine bağlıdır. Sakın kimsenin ahını alma. Unutma ki
dünyanın öte ucunda tek bir insanın kederi, tüm insanlığı mutsuz edebilir. Ve
bir kişinin saadeti, herkesin yüzünü güldürebilir.
Yirmi Yedinci Kural: Şu Dünya bir dağ gibidir, ona nasıl seslenirsen o
da sana sesleri öyle aksettirir. Ağzından hayırlı bir laf çıkarsa, hayırlı laf
yankılanır. Şer çıkarsa sana gerisin geri
şer yankılanır.
Öyleyse
kim ki senin hakkında kötü konuşur, sen o insan hakkında kırk gün kırk gece
sadece güzel sözler et. Kırk günün sonunda göreceksin ki her şey değişmiş
olacak. Senin gönlün değişirse, dünya değişir.
Yirmi Sekizinci Kural: Geçmiş, zihinlerimizi kaplayan bir sis bulutundan
ibaret. Gelecek ise başlı başına bir hayal perdesi. Ne geleceğimizi bilebilir,
ne geçmişimizi değiştirebiliriz. Sufi daima şu an’ın hakikatini yaşar.
Yirmi Dokuzuncu Kural: Kader, hayatımızın önceden çizilmiş olması demek
değildir. Bu sebepten ”ne yapalım, kaderimiz böyle” deyip boyun bükmek cehalet
göstergesidir. Kader yolun tamamını değil, sadece yol ayrımlarını verir.
Güzergâh bellidir ama tüm dönemeç ve sapaklar yolcuya aittir. Öyleyse ne
hayatının hâkimisin, ne de hayat karşısında çaresizsin.
Otuzuncu Kural: Hakiki Sufi öyle biridir ki başkaları tarafından
kınansa, ayıplansa, dedikodusu yapılsa hatta iftiraya uğrasa bile, o ağzını
açıp da kimse hakkında tek kelime kötü laf etmez.
Sufi
kusur görmez, kusur örter.
Otuz Birinci Kural: Hakk’a yakınlaşabilmek için kadife gibi bir kalbe
sahip olmalı. Her insan şu veya bu şekilde yumuşamayı öğrenir. Kimi bir kaza
geçirir, kimi ölümcül bir hastalık; kimi ayrılık acısı çeker, kimi maddi kayıp…
Hepimiz kalpteki katılıkları çözmeye fırsat veren badireler atlatırız. Ama
kimimiz bundaki hikmeti anlar ve yumuşar; kimimiz ise, ne yazık ki daha da
sertleşerek çıkar.
Otuz İkinci Kural: Aranızdaki bütün perdeleri tek tek kaldır ki,
Tanrı’ya saf bir aşkla bağlanabilesin. Kuralların olsun ama kurallarını
başkalarını dışlamak yahut yargılamak için kullanma. Bilhassa, putlardan uzak
dur, dost. Ve sakın kendi doğrularını putlaştırma. İnancın büyük olsun ama
inancınla büyüklük taslama!
Otuz Üçüncü Kural: Bu dünyada herkes bir şey olmaya çalışırken sen
HİÇ ol. Menzilin yokluk olsun. İnsanın çömlekten farkı olmamalı. Nasıl ki
çömleği tutan dışındaki biçim değil, içindeki boşluk ise, insanı ayakta tutan
da benlik zannı değil, hiçlik bilincidir.
Otuz Dördüncü Kural: Hakk’a teslimiyet ne zayıflık ne edilgenlik
demektir. Tam tersine böylesi bir teslimiyet son derece güçlü olmayı
gerektirir. Teslim olan insan çalkantılı ve girdaplı sularda debelenmeyi bırakır;
emin bir beldede yaşar.
Otuz Beşinci Kural: Şu hayatta ancak tezatlarla ilerleyebiliriz. Mümin
içindeki münkirle tanışmalı, Tanrıya inanmayan kişi ise içindeki inananla.
İnsan-ı Kamil mertebesine varana kadar gıdım gıdım ilerler kişi. Ve ancak tezatları
kucaklayabildiği ölçüde olgunlaşır.
Otuz Altıncı Kural: Hileden, desiseden endişe etme. Eğer birileri sana
tuzak kuruyor, sana zarar vermek istiyorsa, Tanrı da onlara tuzak kuruyordur.
Çukur kazanlar o çukura kendileri düşer. Bu sistem karşılıklar esasına göre
işler. Ne bir katre hayır karşılıksız kalır, Ne bir katre şer.
O’nun
bilgisi dışında yaprak bile kıpırdamaz. Sen sadece buna inan.
Otuz Yedinci Kural: Tanrı, kılı kırk yararak titizlikle çalışan bir
saat ustasıdır. O kadar dakiktir ki sayesinde her şey tam zamanında olur. Ne
bir saniye erken, ne bir saniye geç. Her insan için bir aşık olma zamanı
vardır, bir de ölmek zamanı.
Otuz Sekizinci Kural: “Yaşadığım hayatı değiştirmeye, kendimi
dönüştürmeye hazır mıyım?” diye sormak için hiçbir zaman geç değil. Kaç yaşında
olursak olalım, başımızdan ne geçmiş olursa olsun, tamamen yenilenmek mümkün.
Tek
bir gün bile öncekinin tıpatıp tekrarıysa, yazık. Her an her nefeste
yenilenmeli. Yepyeni bir yaşama doğmak için ölmeden önce ölmeli.
Otuz Dokuzuncu Kural: Noktalar sürekli değişse de bütün aynıdır. Bu
dünyadan giden her hırsız için bir hırsız daha doğar. Ölen her dürüst insanın
yerini bir dürüst insan alır. Hem bütün hiçbir zaman bozulmaz, her şey yerli
yerinde kalır, merkezinde… Hem de bir günden bir güne hiçbir şey aynı olmaz.
Ölen
her Sufi için bir Sufi daha doğar.
Kırkıncı Kural: Aşksız geçen bir ömür beyhude yaşanmıştır. Acaba
ilahi aşk peşinde mi koşmalıyım mecazi mi, yoksa dünyevi, semavi ya da cismani
mi diye sorma! Ayrımlar ayrımları doğurur. AŞK’ın ise hiçbir sıfata ve
tamlamaya ihtiyacı yoktur.
Başlı
başına bir dünyadır aşk. Ya tam ortasındasındır, merkezinde, ya da
dışındasındır, hasretinde.